Kalabalığı, gürültüsü, hava kirliliği, gerilimli temposu ve birçok alandaki işlevsel sorunlarıyla insana ve doğaya her geçen gün daha fazla zarar veren şehirler, internet çağının getirdiği olanaklarla birlikte artık akıllanıyor. “Akıllı şehirler”, 21. Yüzyılın en önemli gündem maddelerinden biri olacağa benziyor.
Son iki yüzyıldır sanayileşme, bir yandan şehirleri büyütürken diğer yandan da yarattığı çevre kirliliği ile yaşanılmaz hale getiriyordu. 20. Yüzyılın ikinci yarısı, endüstri tesislerini şehrin dışına çıkarma ve bıraktığı olumsuz izlerden kurtulma mücadelesiyle geçti.
21. yüzyıl ise yaşamımızın her alanına damgasını vuran üç olgunun, küreselleşme, sürdürülebilirlik ve internetin, şehirlerimizi yeniden biçimlendirebileceği ve insanların yaşam kalitesinin arttırılabileceğine yönelik çalışmalarla geçeceğe benziyor. Anlaşılan o ki, zaman içinde artık her şehir dünyanın “online” bir parçası haline gelecek ve şehrin işleyiş süreçleri konvansiyonel olmaktan çıkıp, dijital platformlar üzerinden yürüyecek. Durmaksızın ilerleyen teknoloji, yaşadığımız şehirleri de baştan sona değiştirecek.
En çok ulaşım, iletişim, sağlık, güvenlik, her türlü soruna acil medahale gibi kamusal hizmetlerin yanı sıra yeşil enerji, su tasarrufu, atık yönetimi, gibi çevre kirliliğiyle mücadelede çığır açacak “akıllı şehir” süreçleri; doğa, şehir ve insan ilişkilerine de yepyeni bir boyut kazandıracak. Bu yeni ilişkiler, şehirlerin ve yaşadığımız mekanların yeniden planlanmasını da zorunlu kılacak. 2030 yılında dünya nüfusunun yüzde 50’sinin şehirlerde yaşayacağı ön görüleri dikkate alınırsa, konunun önemi daha net görülüyor.
“Yavaş Şehirler” “Akıllı Şehirler”
20. yüzyılın sonlarına doğru ciddi bir sıçrama yapan teknolojinin yanı sıra demokrasi ve çevre bilincinin de gelişmesi, insanların yaşadıkları şehirden beklentisini yükseltmeye başladı. Öte yandan, dünyadaki şehirler arasında daha fazla turist ve daha fazla yatırım çekmek için amansızca bir rekabet boy gösterdi. Tüm bunların sonucunda, 90’lardan bu yana, şehirlerin nasıl örgütlenmesi gerektiğine dair sorulara yanıt veren iki yani şehir akımı oluştu. Bunlardan ilki “yavaş şehir” diğeri ise konumuz olan “akıllı şehir”… Aslında genel olarak bakıldığında her ikisinin de hedefi daha yaşanabilir, daha sağlıklı ve huzurlu, doğayla daha uyumlu yeni şehirler kurmak. Ancak, ilkinde doğallık öne çıkarken, diğerinde teknoloji ağır basıyor. İnsanların, büyük şehirlerin karmaşası, stres, gürültü ve ilişkilerinden uzakta sakin ve doğal bir yaşam kurmaya çalıştıkları “yavaş şehir” örnekleri, dünyada son 10 yılda bir hayli artmış durumda. Türkiye’de İzmir Seferhisar’ın öncülük ettiği bu şehirler arasında Gökçeada, Urfa’nın Halfeti, Muğla’nın Akyaka ve Aydın’ın Yenipazar ilçelerindeki çalışmalar sayılabilir.
Tümüyle bir akıllı şehir oluşturabilmek ise, henüz pek mümkün gözükmüyor. Yalnızca, akıllı standartları içinde yer alan uygulamaların bazıları yavaş yavaş hayata geçirilerek, bu yolda adımlar atılabiliyor. Bir şehrin tümüyle akıllı hale gelebilmesi, onlarca yıllık dilimler içinde mümkün olabilecek zorlu ve uzun bir süreci işaret ediyor çünkü. Üstelik de sürekli değişen teknoloji nedeniyle sonu olmayan bir süreci… bu konuda umut verici gelişmeler Danimarka, İtalya, Japonya, ABD ve Dubai gibi ülkelerde görülüyor. Son yıllarda özellikle teknoloji devi büyük firmaların öncülüğünde bu ülkelerde “akıllı şehir” uygulamaları kuruluyor. Türkiye’de ise bazı sitelerdeki mikro uygulamaları bir yana bırakacak olursak, Eskişehir’in Tepebaşı ilçesi ve Karaman bu konuda başı çekeceğe benziyor.